İnsanlar yetenekleri gereği bir çok şeyi yapabilme, ya da en azından teşebbüs etme cesaretini gösterebilirler.
Kimileri bunu kahramanlık payesi ile taçlandırırlar. Bu da bir, kendini ifade etme biçimidir.
Ben varım, ayaktayım, yaşıyorum ve daha çoook işe yararım denir farklı biçimlerde. Yaşama karşı –en azından bazılarının- duruşu vardır. Adeta o duruş onun yaşam biçimidir.
İnsanın yaşamla kavgalı olduğu o özel alan, kaybetse de kazansa da onun yaşamının ta kendisidir. Öyle ya Dünya’nın yaşlı hafızası, kendisini değiştirenleri ya da en azından buna teşebbüs edenleri hatırlıyor.
Dünya büyük, evrense sonsuzluk. Ama onları bile manalı kılan insanın onu anlamlandırmasıdır. Neptün gezegeni 5000 yıl önce de vardı ama, insanoğlunu ilgilendirmiyordu. Çünkü farkında olduğumuz şeyleri değerlendiririz. Hakkında konuşur yorum yaparız. Severiz ya da nefret ederiz. İlgisiz de olabiliriz tabii. Zira ondan kendimize dönük bir şeyler çıkarma ümidimiz vardır.
Aslında varolma tartışmalarının finalinde dünyaya nihayette bir kez geldiğimiz ve zamanımızın sınırlı olduğu gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalırız.
Yaşam dediğimiz armağan, akıp gitme konusunda otorite tanımaz bir yaramazın, zamanın ellerinde erir adeta. İşte “bizim yaşamımız” tırnağı içinde etrafa anlattıklarımız, bu zaman saatinin içerisindeki birbirine çok yakın iki noktadan başka bir şey değildir.
Doğum, evlenme, hastalık, ölüm gibi geçici hatırlanmalık anların haricinde aslında kendimizden başka kimsenin umurunda değilizdir. Bu hiç de anormal bir durum değildir. Ama öyle olmadığı konusunda kendimizi kandırmaktan da geri durmayız.
Bugün Dünya’da 6 milyar insan yaşıyor. Belki ondan çok fazlası insanın tarihteki yolculuğu sürecinde ölmüş gitmiş hatta çoğunluğunun mezarları bile belli değildir.
Hiç kimse, 4 kuşak öncesini aramaz sormaz. Çok büyük insanları saymazsak, herkes yaşadığı dönemle değerli yada önemlidir. Dönemi kapandığına göre önemleri de yavaş yavaş azalmakta zamanla da yok olmaya yüz tutmaktadırlar. Diğer taraftan, yaşayanların geçmişle uğraşmaktan çok daha önemli işler, zaten yakamızı da bırakmaz.
Haklıyızdır kendi yaşamımızı önemserken. Onu sadece ve sadece kendi doğrularımız , ve seçeneklerimiz dahilinde yaşamak istemekten daha doğal ne olabilir ki.
Tabii en az keşkelerle,en az pişmanlıklarla, kalıcı değerlerle ve sevgiyle geçirildikten sonra demezler mi adama “yaşamışsın be kardeşim”
Osman BOZ Eylül 2014