Çanakkale savaşlarının 99. yıl dönümünün anıldığı bu günlerde, önceki senelerde, tatilimden yarattığım bir fırsat nedeniyle Gelibolu’ya yaptığımız geziden söz etmeden geçemeyeceğim.
Dünyanın en kanlı savaşlarından birisi olarak kabul edilen Çanakkale’de 99 yıl önce yaşananları bir nebze olsun görüp ürpermek istedim adeta. Şunu hemen belirtmeliyim ki bu savaş bizim tarihimizde Çanakkale savaşları olarak ifade bulmuşken batılı literatürde Gelibolu adıyla anılmaktadır. Ama takıldığım konu bu değil.
Kurşunların havada çarpışabileceği kadar yoğun bir savaştan, uyduruk savaş müzesinde bu kadar az mı kalıntı kalabileceğine de takık değilim. Daha savaş alanlarına girerken adeta gözümüze sokulurcasına büyük yapılan Anzak mezar ve anıtlarına da takılmış değilim. Bize en çok dokunan orada sanki emperyalizmin demir pençesiyle savaşılmamış da Türk ordusu tatbikat yaparken yanlışlıkla birbirini vurmuş gibi bol bol iki tarafın askerleri arasında yaşanan romantik olaylar resmedilmekte, heykelleştirilmekte, anlatılmakta, adeta tüm ziyaretçiler emperyalizmin köpekliğini yapan Anzaklarla yaşadığımız balayı nostaljisiyle avutulmaktadır. Sen kalk, macera ya da her ne savaş gereğiyle olursa olsun, dünyanın bir ucundan gel, yoksul Anadolu halkının bağımsız yaşama iradesine göz dik. Tüfeğinin çelik namlusundan ölüm saç. Keşiflerle bulunmuş bir ülkeden çık, bir ulusun kanla, emekle, kültürle yaratılmış vatan toprağını işgale kalk. Bunu da beceremeyip, o halkın kan, çelik ve kemik mezarlığına çevirdiğin topraklarında öl. Sonra da utanmadan sıkılmadan “bükemediğin bileği öperek” her yıl Gelibolu’ya gel. Yok öyle yağma.
Sen misafir olarak gelseydin, Anadolu halkı “hoş geldiniz” deyip seni bağrına basardı elbet. Sen, Mehmetçiğin yüreğini yırtan mermiler yerine, bir demet çiçekle gelseydin, bu halk sana “ “başımın üstünde yerin var” derdi elbet.
Ama kazın ayağı öyle değil; MASUM DEĞİLSİN ANZAK… Emperyalist İngiliz ve onun yanaşması olarak seninle, Gelibolu’nun eşsiz manzarası altında piknik yapmadık biz. Ülkemizin demografik yapısını dahi derinden etkileyen bir boğazlaşma yaşandı orada.
Anzakların şimdiki torunları herhalde bunu unutmuş olmalılar ki pikniğe gelir gibi gelip, zil zurna sarhoş oluyor ve sızıyorlar sağda solda. Kimbilir belki de yüz binlerce Anadolu yiğidi cansız yere düşerken, bağrı yanık yüz binlerce ananın, yastığının diğer tarafı boş, yüz binlerce avradın, yavuklunun ve öksüz kalmış bir sürü masum çocuğun çığlıklarını duymamak için yapıyorlardır bunu.
Birinin saldırgan, diğerininse, vatanını, savunmaktan başka hiçbir gayesi olmayan, haksız ve eşitsiz bir savaşta, dönemin savaş makinesı emperyalist bir orduyu yenerek tarih yazan bir ülkede neredeyse özür dileyecek taraf Türklermişcesine, yarı mahcup tavırlar niye… Mehmetçik, işgal etmek üzere Avustralya’ya ya da Yeni Zelanda’ya gitmiş değil ki… Türk ordusu sadece bağımsızlığını, namusunu ve onurunu savunmaya çalışan taraftı.
Savaş süresince taraflar arasında yaşanan çeşitli duygusal olayları -ki bunlar her savaşta olabilir şeylerdir-, savaşın nedeninin önüne koymamalıyız.
Bunun sonu, yarın öbür gün Suriye ve İran’dan sonra bize de yönelebileceği iddia edilen bir başka emperyal gücü, elimizde çiçeklerle karşılamaya varır, haberiniz ola…
Bu çirkin ve abartılı, toplum mühendisliği ürünü Anzak muhabbeti sıktı artık.