Özdilek
Cavit İnam
Cavit İnam

Sabahattin Ali...

Düşünce ve eylemleri yüzünden ağır bedel ödeyen Sabahattin Ali’yi anlayabilmek ve tanımlayabilmek için; içinde bulunduğu siyasi ve sosyal iklimin irdelenmesinin gerekli olduğunu düşünmekteyim.

10 Mayıs 2015 Saat: 14:34
  1.   Bu bağlamda, başta ABD ve batı blokunda, McCarthy örneğinde olduğu gibi, komünizmin yaygınlaşmasını önleme paranoyası  bağlamında,  insan haklar ihlalleri, cadı avı uygulamaları.

Sovyet tehdidi karşısında kendini batı blokunda konuşlanmak zorunda hisseden genç cumhuriyet yönetimi. Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleri üzerinde mutabakata varan, ancak ilerleyen dönemlerde, uygulama yöntemleri konusunda, kadro hareketinin öncüleri ve takipçileri arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları. Özellikle batı medeniyetiyle karşılaşmış, aydınlanma sürecini yaşamış, yurt dışı eğitim görmüş genç kadroların,  farklı dünya görüşleri edinmiş olarak yurda dönmeleri, sisteme eleştirel yaklaşımları. Ayrıca, etnik ve dinci grupların görünür, görünmez itirazları, karşı çıkışları.

Genç Cumhuriyet dönemi aykırı yazarları ve aydınları arasında öne çıkan isimlerden biri de Sabahattin Ali olmuştur. Yurt dışı eğitiminden edindiklerini ve Anadolu’daki görevi nedeniyle sağladığı birikimlerini; şiir, öykü ve romanlarında değerlendirmiştir. Ayrıca, sistemin uygulamalarına muhalefet etme misyonunu  yüklenmiştir. Sınıf ayrımcığı ve komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle, sık sık takibe uğramış, hapse girmiş, işsiz kalmış geçim sıkıntı ve acı çekmiştir. Giderek sistemin kendisine yaşama hakkı tanımama gerçeğiyle yüzleşmiş, yurt dışına kaçma zorunluluğunu hissetmiştir. Bugün bile halen esrar perdesini koruyan olaylar sonucu, hunharca kat edilmiş, ülkemiz değerli bir evladını hiç yoluna yitirmiştir.

Yaşamı ve eylemleri;

Sabahattin Ali; 25 Şubat 1907’de Edirne Vilayeti, Gümülcine Sancağına bağlı, Eğridere kazasında doğmuştur. Babası Selahattin Ali Piyade Yüzbaşısı Rütbesiyle Çanakkale savaşlarında görev yapmıştır. Savaş sonrası askerlikten ayrılarak, İzmir’e yerleşmiş, Yunan işgali üzerine, eşinin ailesinin yaşadığı Edremit’e göç etmiştir. Burada, ticaret hayatına atılarak ailesinin geçimini sağlamaya çalışmıştır.

Babasının görevi nedeniyle, İlk Öğretimi’ne İstanbul ve Çanakkale’de devam etmiş,  öğrenimini Edremit’te tamamlamıştır. Galatasaray Sultanisi’nde okumak amacıyla İstanbul’a gönderilmiştir. Savaşın başlaması nedeniyle geri dönmüş, parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu’nu 5 yıl okumuştur.  Babasının ölümü üzerine, 1926 yılından itibaren İstanbul Erkek Öğretmen Okuluna girmiş, son sınıfı burada okumuş, 1927 yılında mezun olmuştur.

1 Ekim 1927’de Yozgat Cumhuriyet İlkokulu’na öğretmen olarak atanmıştır.  Bir yıl boyunca görevini sürdürmüştür. Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavda başarılı olması üzerine, yabancı dil öğretmenlik eğitimini görmek üzere,  4 yıllığına Almanya’ya gönderilmiştir.  (1928-1930) yılları arasında 1.5 yıl Almanya’da ki eğitim süresi sonunda ,4 yılını  tamamlamadan geri çağrılmıştır. Dönem arkadaşı olan Melahat Togar’ın, Sabahattin Ali’nin olaylı dönüşünü; “Okuduğu  okulda Alman arkadaşlarına komünist düşünceleri aşılıyormuş, dediler.” şeklindeki söylentiler  gerekçesiyle, programını tamamlamadan dönmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.

Almanya dönüşünde beraber getirdiği sandıklar dolusu kitaplar arasında, dünya edebiyatının büyük eserleri yanında;  Karl Marx, Engels, Lenin gibi politik kişilerin eserleri de yer almıştır. Okumaya karşı doymaz bir açlığı olan Sabahattin Ali, kısacık ömrüne bilgi, deneyim, kültür, sevgi ve çok sayıda sanat ürünü sığdırmıştır. Kabına sığmayan, dehası, zekası ve birikimiyle 1930 yılının Türkiye Cumhuriyeti için  uçta ve aşırı bir kimlik edinmiştir.

30 Eylül 1931 tarihinde Konya Ortaokulu’nda Almanca öğretmenliğine başlamıştır. Bir dost toplantısında okuduğu, Almanya’da yazıldığı, Sivas’taki bir Bektaşi hareketiyle ilgili olduğu iddia edilen; “Asarlar mı hala hakka tapanı/Mebus yaparlar mı her şaklabanı?/Köylünün elinde var mı sabanı? Sıska öküzleri dirilmiş midir? Şiiri dolayısıyla muhaliflerince kurulan komplo sonucu,  Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle, öğretmenlikten ihraç edilmiş, 26 Aralık 1932 tarihinde tutuklanmıştır. Bir yıllık hapisliğinin bir buçuk ayını Konya’da, sekiz buçuk ayını Sinop’ta geçirmiştir. Ekim 1933’te Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü dolayısıyla çıkarılan genel aftan yararlanarak, cezasının bitmesine iki ay kala, özgürlüğüne kavuşmuştur.   

Mahkumiyeti nedeniyle memuriyetine son verilen Sabahattin Ali’nin yeniden işe girmesi güç olmuştur. Bunun üzerine; eski inançlarını değiştirdiğini kanıtlamak üzere, 15Ocak1934’te kaleme aldığı Atatürk’e övgü içeren; “Kısacası: Gönlümü verdim Ulu Gaziye/Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor” dizeleriyle bağıtladığı”, “Benim Aşkım” adlı şiirini aynı tarihte Varlık Dergisi’nde yayınlamıştır. Uzun uğraşlar sonucu;  30 Eylül 1934 tarihinde Maarif Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi Yayın Üyeliği’ne atanmıştır. Aliye hanımla da 16 Mayıs 1935 günü evlenmiştir. 

1937 yılında Yedek subay olarak askere alınan Sabahattin Ali, 1938 yılında askerliğini bitirerek Ankara’ya dönmüştür. Askerde iken, 30 Eylül 1937’de Filiz Ali adlı bir kızı dünyaya gelmiştir. Bu ara, ek iş olarak okullarda Almanca Öğretmenliği yapmıştır. 1938 senesinde, önce Musiki Muallim Mektebine daha sonra, Devlet Konservatuarına Almanca Öğretmeni olarak girmiştir. Opera ve Tiyatro bölümlerini kurmakla görevli ünlü alman rejisör Carl Elbert’in çevirmenliğini ve dramaturglunu üstlenmiştir. 1939 yılında savaş nedeniyle ikinci kez askerliğe alınmıştır. Ayrıca, 1944 yılında kırk dört günlük kısa bir askerlik süresini Çankırı’da yaşamıştır.

1944 ve 1945 yılları Sabahattin Ali’nin hızla politikaya angaje olduğu dönem olmuştur. Nihal Atsız davası ve bu davayı izleyen siyasi olaylar Sabahattin Ali’yi özenle koruduğu aile, konservatuar öğretmenliği ve yazarlık üçgeninin dışına çıkmaya ve doğrudan politik savaşa katılmaya zorlamıştır.

1 Aralık 1945 yılında Yeni Dünya gazetesini çıkarmaya başlamış, 4 Aralık 1945’te dostları Sabiha ve Zekeriya Sertel’lerin çıkardıkları Tan gazetesi  ve matbaasının yakılması üzerine yayın hayatını sonlandırmıştır. Bu olaylardan sonra, 11 Aralık 1945’te Bakanlıkça memuriyet görevine son verilmiştir.

Kasım-1946 ayında Aziz Nesin ile birlikte Marko Paşa adlı mizah dergisini çıkarmaya başlamıştır. Eşine yazdığı mektuplardan; “Gazetenin çıktığı pazartesi sabahı çok alçakça oyunlarla karşılaştık. Gazeteyi İstanbul’a ve Ankara’ya tevzi  (dağıtım)işini üzerlerine alan bayiler, son dakika sabotaj yaptılar. Biz bu gazeteyi dağıtamayız!” dediler. Bunun üzerine, “Aziz Nesin ile ben gazeteleri toplatıp kendimiz tevzi ettik. Bununla beraber Marko Paşa bir günde satıldı. Zaten 6000 nüsha basmıştık”, demiştir. Arşivlerden gazetenin sekizinci sayısı 34 bin bastığı, tiraj patlaması yaşandığı anlaşılmıştır.

Bunun üzerine, gazete üstünde baskılar yoğunlaşmıştır. Yıldırmak için, Önce Aziz Nesin  içeri alınmış, daha sonra Aziz Nesin’in yazdığı bir yazı dolayısıyla gazetenin sahibi olan Sabahattin Ali kesinleşen cezası nedeniyle, 25.6.1947 tarihinde Üsküdar Paşakapısı cezaevine yollanmıştır. Bu ara, ikili mücadelelerini sürdürmüş, Marko Paşa kapatılınca, yerine önce Malum Paşa, o da kapatılınca Merhum Paşa çıkarılmıştır. Yine eşine yazdığı 10 Kasım tarihli mektubunda ise; “Bu hafta Merhum Paşa çıkmadı, çıkmayacak, İki haftaya kadar Ali Baba’yı çıkaracağım. Çünkü paşalar karıştıkça satış düştü, ziyan etmeye başladık.” demiştir.

Bu ara,  hakkında açılan davalar nedeniyle Sabahattin Ali kendisini kapana kısılmış hissetmeye başlamıştır. Gazeteyi çıkarması mümkün olamamıştır. Hakkında kesinleşmiş veya kesinleşecek mahkumiyet kararları vardır. Kısaca, işsiz, özgürlüğü her an elinden alınacak konumda olarak, eli ayağı bağlanmıştır.  Yurt dışına çıkmak alternatifi kendini dayatmış, bu kez de pasaportu elinden alınmıştır.

 Bu sıralar da,  dostları Adalet ve Mehmet Ali Cimcoz ( bilgileri dahilinde olmadan), Sabahattin Ali’nin  kaçış yolundaki planına kolaylaştırıcı  katkı yapmışlardır. Cimcoz’ların dostları olan,  zengin ve sanatsever Melek Celal Sofu’nun kamyonunu çalıştırmak işini Sabahattin Ali’nin üstlenmesi işine aracılık etmişlerdir.

Sabahattin Ali yük taşıma gerekçesiyle Edirne’ye gitmiştir. Yanında şoför muavini olarak Ali Ertekin adlı birini almıştır. Yugoslav göçmeni olan Ertekin, ordudan silah kaçırdığı gerekçesiyle atıldığı anlaşılmıştır. Bulgaristan’a adam kaçırdığı, hatta Emniyetle ilişkisi olduğu yolundaki istihbari bilgiler sonradan ortaya çıkmıştır.2 Nisan 1948’te belirsiz kişi veya kişilerce öldürülen Sabahattin Ali,  Kırklareli’nin Üsküp Nahiyesine bağlı Hedye köyü yoluna elli metre mesafedeki orman içindeki çatağa    bırakılmıştır.

Olay ortaya çıktıktan sonra,  Ali Ertekin sorgu yargıçlığında verdiği ifadesinde;  “Kızıcadere köyünden kamyondan indiklerini, şoför Salim’i geri gönderdiklerini, gece Üsküp ile Yündolan arasında Sazara köyü istikametine yürüdüklerini ve işte bu sırada, Sabahattin Ali’nin Marko Paşa gazetesini sahibi olduğunu, Bulgaristan’a geçerek oradan da Moskova’ya gideceğini öğrendiğini, bu durumda milli hislerinin galeyana geldiğini, birden bire iradesini kaybettiğini ve elindeki sopa ile kitap okumakta olan Sabahattin Ali’nin kafasına şiddetle vurduğunu” açıklamıştır. Ali Ertekin’in 4 yıla mahkum olması, aftan yararlanarak 4 ay sonra tahliye edilmesi,  kamuoyu vicdanını yaralamıştır. Sabahattin Ali’nin öldürülmesi olayı bugüne kadar aydınlanmamış, sis perdesi aralanamamıştır.  

Sabahattin Ali, daha 1947’de Akbaba dergisinde “Namuslu olmak Ne zor şeymiş” başlıklı yazısına şöyle başlamıştır. “Namuslu olmak, ne zor şeymiş meğer. Bir gün Almanların papucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da kendi cefakeş milletimizdir.” açıklamasına yer verdiği yazısını şöyle bağlamıştır: “Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bereket, zora katlanmasını bilen bu millet namuslu.” demiştir.

Filiz Ali anılarında; “Bugün bu yazının altına imza atmaktan kaçınacak herhangi bir aydın var mıdır acaba? Ne gariptir ki aradan geçen elli yılın, Sabahattin Ali’nin yazdıklarını doğruladığını görüyor ve tarihin tekrarlanmasına bugünde tanık oluyoruz” açıklamasına yer vermiştir. Yine Filiz Ali anılarında; “Babamı kitap okurken öldürüp Kırklareli’nin Üsküp Nahiyesine bağlı Hedye köyü yoluna elli metre mesafede orman içindeki çatağa öylece bırakan katil veya katiller, aylarca sonra bulunan tanınmaz haldeki bu cesede bir mezarı bile çok görmüşlerdir. Ama Sabahattin Ali, sanki canilerin onu mezarsız bırakacaklarını çok önceden sezmiş gibi, evrendeki mekanını belirlemişti çoktan ve “Dağlar “adlı Şiirinde “Başım dağ, saçlarım kırdır/Deli rüzgarlarım vardı/Ovalar bana çok dardır/Benim meskenim dağlardır” mısralarıyla bizlere son vasiyeti olarak bırakmıştır” demiştir.

Sanat anlayışı ve eserleri;

2  şiir,  10 öykü, 3 roman, 4 Derleme, 1 oyun yazan, 7 yabancı eseri  dilimize çeviren , 14 şiiri bestelenen Sabahattin Ali Türk Edebiyatı’nın klasikleri arasında yerini almıştır. Edebiyat uğraşısına şiirle başlamıştır. İlk şiiri 19 yaşında iken kaleme aldığı, 1927 yılında Hayat dergisinde yayınladığı , mitolojik bir anlatıma yer verdiği, “Öksüz Kız Masalı ”dır. 1926 yılında, babasının ölümü üzerine, ”Babam İçin” adlı şiirini kaleme almıştır. Bu ara,“Serserinin Ölümü” adlı şiiri de yayınlanmıştır.  Bu ilk gençlik şiirlerinin yazılışından yalnızca iki yıl sonra, yani 1928 yılından başlayarak başka duygularla yeni şiirler yazmaya başlamıştır. “Ebedi” adlı şiirinde ise karşıt cinse duyduğu tutkuya yer vermiştir. Konya’da yazdığı n “Eskisi Gibi” ve “Çocuklar Gibi” şiirinde ise, karşılıksız aşkın hallerine değinmiştir. 1,11,111 ve 1V numaralı şiirleri platonik bir aşk yaşadığı sevgilisine hitaben sitem içerir şekilde dizayn etmiştir. 

Sinop cezaevinde kaleme aldığı, başyapıt şiiri olan; “Başın öne eğilmesi/Aldırma gönül aldırma/Ağladığın duyulması/Aldırma gönül aldırma”, bestelenen  “Başın Öne Eğilmesin” çok yankı uyandırmıştır. Sabahattin Ali’nin aynı hapishaneyi canlandıran, “Duvar” adlı hikayesindeki  şu satırlarda başlı başına şiir sayılmıştır: “Kalın duvarlara vuran suların sesi taş odalarda çınlar ve uzak yolculuklara çağırırdı. Tüylerinden sular damlayarak surların arkasından yükseliveren deniz kuşları demir parmaklıklara hayretle gözlerini kırparak bakarlar ve hemen uzaklaşırlardı”. Ayrıca; İstek, “Gurbet Hapishanesi” anılan ortamda kaleme aldığı son şiirleri olmuştur. 1934 yılında; altışar dizelik kıt’aları ikişer mısralık nakaratlarla süsleyen, ”Öyle Günler Gördüm Ki…” şiiri klasikler arasında yer almayı ve devamlı hatırlanmayı hak edecek düzeyde bulunmuştur.

Görev nedeniyle Anadolu’yu ve insanını tanıma şansı, doğaya olan tutkusu ve aşırı okuma ve   öğrenme merakı Sabahattin Ali’nin edebi kişiliğinin oluşmasında önemli katkı yapmıştır. Kırsal kesitin dramını öykülerinde yetkinlikle aktarmış, ilgi görmüştür. Toplumsal gerçekçi, çoğu Anadolu yaşamından esinli, hemen hepsi  trajik, büyük bir merhametin eşlik ettiği, şairce bir başkaldırıyla vurgulanan unutulmaz öyküler yazmıştır.

İlk romanı “Kuyucuklu Yusuf” belirlenen  çizgisinde bir doruk noktası olmuştur. Yazar, Anadolu yaşamasının artık çöken değerleriyle,  bu yozlaşmış değerler ortasındaki okumuş yazmış, sözüm ona aydın takımını taşkın bir öfkeyle irdelemiştir. Aslında Kuyucuklu Yusuf  romanındaki olaylar, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde geçmektedir. Bununla birlikte, yazarın yaşadığı baskıcı döneme bir gönderme ve kara eleştiri olarak da algılanmıştır.

İçimizdeki Şeytan; bireysel ve toplumsal, içsel ve dışsal, büyük fırtınaların kol gezdiği bir romandır. İkinci Dünya Savaşı öncesi üniversite ve sanat çevrelerindeki sosyal, siyasi fikir yönelişlerini de gösteren roman, aydınların oluşturduğu bir çevre yergisidir. İçimizdeki Şeytan’ın kişileri, herhangi bir atakla uzlaşabileceklerken, boyuna birbirlerini yitirirler, adeta kanlı ayrılıklara yol alırlar. Dengesiz, sivri, taşkın sanılmış, içlerindeki derin uyumsuzluk anlaşılamamış, ya da siyasi iktidarlarca tehlikeli bulunmuş bu insanlar, İçimizdeki Şeytan’da hazin bir geçit törenindedirler.

Sabahattin Ali’nin en popüler ve başyapıt niteliğindeki  romanı“Kürk Mantolu Madonna” dır. Roman, 1940’ta Hakikat gazetesinde tefrika edilmiş, kitap olarak yayınlandığında, yazık ki, dar bir edebiyat çevresi dışında hak ettiği ilgiyi görmemiştir. Romanın apayrı bir ortamda, bir anlatıcının gözlemleriyle yüklü ilk bölümü, kendi içinde bir bütündür ve o günlerin toplumsal dünyasını yansıtmak açısından, ancak Dostoyevski’ye yaraşır bir hava estirmeyi başarmıştır.

Romanın esas gövdesini oluşturan ikinci bölüm ise, bir Rus öyküsünden fırlamışa benzeyen ve öykülerdeki anlaşılmaz hummalı hastalıklardan biriyle ölüm döşeğine sürüklenen Raif efendinin siyah kaplı bir deftere döktüğü tutkulu aşk hikayesi ( romanda Sabahattin Ali’nin yaşamından izler taşıdığı saptaması, kızı Filiz Ali’nin anılarındaki açıklamaları da bu değerlendirmeyi  doğrular niteliktedir) yer vermiştir.

20 Haziran 1933 tarihinin atarak başladığı bu defterde Raif Efendi, 10 yıl öncesine dönerek, Berlin’de bir resim galerisinde rastladığı bir kürk mantolu kadın portresinin ruhunda ateşlediği tutkuyu ve o portrenin ressamı ve modeli olan gizemli kadınla yaşadıkları aşkı ve dramı hikaye etmiştir.

Son söz;

Yaşamı ve eserleri irdelendiğinde,  ortaya çıkan tablo, Sabahattin Ali’nin;  büyük bir şair, hikayeci ve romancı olduğu gerçeğini bize hatırlatmıştır. Aydın ve mücadeleci kişiliği saygı uyandırmıştır. Uzun yıllar yasaklı konumda olması eserlerinin okunmasına ve yaygınlaşmasına engel olmuştur. Son yıllarda ortaya çıkan yazara ve eserlerine olan yöneliş sevindirici olmuştur. Cumhuriyet dönemi edebiyatımızın dil zenginliğini ve lezzetini taşıyan Sabahattin Ali’nin yapıtlarına; günümüz genç okurlarınca ve edebiyat çevrelerince  gösterilen ilgi, bir hakkın teslimi olarak değerlendirilmiştir. Bu vesileyle,  büyük yazarımız bir kez daha, rahmet ve minnetle anıyor, eserleri önünde saygıyla eğiliyoruz.

Saygılarımla,  

YORUMLAR Üye Girişi

Bu Yazıya Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Kocaeli Haberci Tavsiye Formu

Bu Yazıyı Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız

Yazarın Diğer Yazıları

Yerel seçim başarısı, demokrasi açısından umut oluşturmuştur!14 Nisan 2024 Saat: 13:23
Mahalli seçimlerde, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)'in, "Türkiye İttifakı" söylemi ile, birinci parti olarak elde ettiği büyük başarı, demokratik güçler açısından, geleceğe yönelik umut oluşturmuş, sevinç yaratmıştır.
"İzmit Kent Lokantası" ve sosyal belediyecilik29 Şubat 2024 Saat: 23:04
Sosyal belediyecilik ve halkçı uygulamalar doğrultusunda; İzmit Belediye Başkanı, Sayın Fatma Hürriyet Kaplan'ın girişimlerini takdir ile karşılıyorum.
Kayıp Roma Başkenti Nikomedia, bu konferansla taçlandırıldı27 Kasım 2023 Saat: 16:43
İzmit tarihini arıyor. Bu doğrultuda yapılan arkeolojik çalışmaların tanıtımına yönelik; Nikomedia: Roma İmparatorluğu Başkenti'nden, Türk Endüstri Başkentine temalı konferans harikaydı.
CHP’de değişim ve iktidar umudu23 Kasım 2023 Saat: 14:44
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içinde, seçim yenilgisinin ardından dile getirilen değişim talebinin, yakın ayda yapılan, olağan kurultayında delegeler tarafından karşılık görmesinin sağladı.
CHP kongresi, toplumsal umutları yeniden yeşertti!6 Kasım 2023 Saat: 23:41
CHP'nin anılan kongresi itibariyle, toplumsal umutların yeniden yeşermesi sağlanmıştır.
Tüm Yazıları
DepolamaTaşıma iletme sistemiMerdiven Tırmanma CihazıEngelli merdiven tırmanıcıUluslararası evden eve nakliyatAdaklıklazer epilasyonAnkara evden eve nakliyat