Özdilek
Turan Kayıkçı
Turan Kayıkçı

Katili Derin Devlet Sabahattin Ali

Sabahattin Ali'nin Katledilişinin Gerçek Öyküsü:

6 Nisan 2022 Saat: 08:07

          Sabahattin Ali (25 Şubat 1907 Eğridere - 2 Nisan 1948, Kırklareli), Türk yazar ve şair. Edebî kişiliğini toplumcu gerçekçi bir düzleme oturtarak yaşamındaki deneyimlerini okuyucusuna yansıttı ve kendisinden sonraki Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatını etkileyen bir figür hâline geldi. Daha çok öykü türünde eserler verse de romanlarıyla ön plana çıktı; romanlarında uzun tasvirlerle ele aldığı sevgi ve aşk temasını, zaman zaman siyasi tartışmalarına gönderme yapan anlatılarla zaman zaman da toplumsal aksaklıklara yönelttiği eleştirilerle destekledi. Kuyucaklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940) ve Kürk Mantolu Madonna (1943) romanları Türkiye'deki edebiyat çevrelerinin takdirini toplayarak hem 20. yüzyılda hem 21. yüzyılda etkisini sürdürdü.

Hayatının son yıllarında Türk Milliyetçileriyle yaşadığı tartışmalarla da öne çıktı, özellikle Türkçü-Turancı yazar Nihal Atsız ile yaşadığı gerilim giderek artarak Irkçılık-Turancılık Davasının bir parçası oldu. Bu dönemde Aziz Nesin'le beraber çıkardığı Markopaşa dergisinde siyasileri eleştirmesi yüzünden çeşitli davalarla uğraşmak zorunda kaldı.

  

Sabahattin Ali'nin Katledilişinin Gerçek Öyküsü:

  “Soğuk ve yağışlı bir Kasım ayı. Tarihi bir askeri bina olan Edirne Sınır Taburu’nun bulunduğu Harbiye Kışlası’nda bir gece… Tavandan sarkan küçük, çıplak bir ampulün yarı aydınlattığı bir odada, bir masa çevresinde oturan üç subay, derin bir söyleşiye dalmışlardı. Subaylardan biri Yzb. Aziz’in (T) bir hayli içkili olduğu, ara sıra kayan gözlerinden ve konuşurken dilinin dolaşmasından anlaşılıyordu. İkinci subay, yaşlı görünümlü, iri yapılı, etli yanaklı, saçları genç yaşta dökülmüş levazım Kıdemli Üsteğmen Fevzi (T). O da içkiliydi ama çok belli olmuyordu. Üçüncü subay ise, taburun Bağımsız Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı ve yeni Üstğm. olan ben, hiç konuşmuyorum, belki büyüklerime saygımdan, belki de söyleyecek, söylemeye değer yaşanmış bir askerlik anımın bulunmadığı için susuyor, ya da var ama anlatmak istemiyorum. Sadece dinliyor, dinlemeyi yeğliyorum. “Söyleşinin hararetli bir anında kapı çalındı. “Yzb. Aziz bağırdı: -Kapıdaki kişiye seslenme yetkisi en kıdemli subayındı. Ayrıca Tabur Nöbetçi Amiri idi- “- Giiir!.. “Kapı açıldı, içeri giren nöbetçi çavuş esas duruşa geçip, selam verdi. “Yzb. Aziz, arkadaşlarıyla söyleşinin bölünmesinden biraz sinirlenmiş olduğu için sertçe sordu: “- Ne var?! “-Komutanım, polisler bir sivil getirdiler, bize teslim etmek istiyorlar. Bir de yazı getirdiler, buyrun. “Çakırkeyif yüzbaşı, çavuşun uzattığı sarı zarfı biraz içkinin etkisiyle, biraz da meraktan doğan bir telaşla koparır gibi çekip aldı, parmağını yandan sokup zarfı açtı. Zarfın içinden çıkan çift kırmızı aylı ve kırmızı “zata mahsus” damgalı kâğıdı bir solukta okudu. Yüzbaşı, okuduğu yazı ile ayılır gibi olmuştu. Yazıyı bir kez daha okuduktan sonra arkadaşlarına döndü ve konuyu çok önemsediğini belirten bir ses tonu ile durumu açıkladı: “-Yazı MAH*’tan geliyor arkadaşlar!” “Zata mahsus”; ama sizden gizleyecek değilim ya, size de okuyayım da ülkemizde ne şerefsiz adamlar varmış görün!.. “Yazı şöyleydi: “(…) yazı ile gönderilen kişi, (…) Üniversitesi hocalarından (…), Stalin’e gönderdiği dilekçe ile Sovyet vatandaşlığına kabul edilmesini istemiştir. Kendisi, Bulgaristan sınırından, ‘usulü dairesinde’ ve ‘kimseye gösterilmeden’ sınır dışı edilecektir…” “Yzb. Aziz bu son cümleyi, üzerine basarak ve ağır ağır okurken, bir yandan da levazım subayına anlamlı bir şekilde göz kırpıyordu. “Ben, hem okunan yazıyı tam olarak anlayamamanın, hem de bir Türk vatandaşının, hele de bir bilim adamının Rusya vatandaşı olmak istemesinin yarattığı şaşkınlığın neden olduğu soru dolu gözlerle, bir süre, yüzbaşıya baktım. Sonra düşüncemi açıkladım: “- Nasıl bir iştir bu? Bir Türk vatandaşı, bir üniversite hocası, ülkesini bırakıp da yabancı bir ülkenin, hele yüzyıllardır Türkiye’nin düşmanı olan, şimdi de Türkiye’den toprak isteyen Sovyet Rusya gibi bir ülkenin vatandaşı olmayı nasıl ister? “Yüzbaşı, bana yanıt vermedi; herhalde o yıllardaki (1940’lı) her Türk subayı gibi o da böyle düşünüyordu.” “Yüzbaşı çavuşa seslendi: “- Getir şu namussuz herifi de boyunu görelim! “Dışarı çıkan çavuş, biraz sonra adı geçen kişiyle beraber döndü. “Süklüm püklüm büklüm içeri giren kişinin elleri önden kelepçeliydi ve bir elinde içine bir takım kâğıtlar doldurulmuş olan bir kâğıt sepeti tutuyordu. Ben buna bir anlam veremedim. Neden bir torba ya da küçük bir çantası yoktu? Belki de Stalin’e yazdığı dilekçe MAH’ın eline geçer geçmez, hiçbir kişisel eşya almasına fırsat vermeden adamı yaka paça alıp buraya göndermişlerdi. Belki de o, Rusya’da kendisinin her türlü gereksinmesinin karşılanacağını düşünerek hiçbir şey almak gereğini duymamıştı. “Adamın rengi sapsarıydı. Sınır dışı edilecek bir kişinin yüzü her halde pembe beyaz olacak değildi ya! Yüzü de sanki olması gerektiğinden biraz daha uzamış gibiydi. İki günlük sakalı ve altları kararmış, çukura kaçmış gözleri ile bir korku abidesi gibi duruyordu karşımızda. Uzun boylu, kravatlı, takım elbiseli ve gözlüklü aydın bir kişi görünümündeki adam, tüm korkmuş durumuna karşın, soğukkanlılığını korumaya çalışır gibiydi. Gerçekte bu sonuca pek de şaşırmaması gerekirdi. Çünkü 1940’ların Türkiye’sinde, böyle bir girişimin sonucunun da böyle olacağını düşünmeliydi. Hem de Stalin, daha birkaç yıl önce Türkiye’nin Doğusu’ndan toprak isterken ve Boğazlar’da hak iddiasında bulunurken, Türk istihbaratının ne denli duyarlı olabileceğini bilmesi gerekirdi. Böyle bir girişimin vatan hainliği olarak nitelendirileceğini hiç mi düşünmemişti? Aydın bir adamdı ve kuşkusuz bunları da biliyordu. Buna karşın, böyle bir davranışa onu iten ne olabilirdi? Buna bir neden, bir yanıt bulamıyordum. Acaba düşüncelerinden ötürü çok büyük bir baskı altında kalmış ve öldürülmekten korkmuş olduğu için mi, böyle bir yola başvurmuştu; böylece Rusya’da daha güvenli ve özgür yaşayacağını mı düşlemişti? Eh işte şimdi sınır dışı edilerek arzusuna kavuşabilecekti. Komünist Bulgaristan, herhalde onu Rusya’ya gönderirdi. Gitsindi, hiç değilse Türkiye’den bir hain eksilmiş olurdu. Rusya’ya gidince de Hanya’yı Konya’yı görürdü. “Levazım üsteğmeni Fevzi ise, hafifçe sırıtıyordu. Bu çok tuhaf bir gülümsemeydi; dudakları hafifçe açık, gergin ve dişlerinin uçları görünüyordu; sanki birini ısırmak istiyor gibiydi. Bu sırıtkan ağzı; kısılan, öç ve kin dolu gözleriyle birleşince, Fevzi’nin yüzü korkutucu bir şekil almıştı; sanki üstüne atlayıp, avını parçalamaya hazırlanan vahşi bir hayvan gibi bakıyordu adama. Yüzbaşı ise, Fevzi’ye bakarken hafifçe gülümsüyordu ama daha doğal bir gülümsemeydi bu, biraz da keyifli bir gülümsemeydi. Bu gülümsemelerde anlayamadığım bir giz var gibiydi, sanki bir parolaydı aralarında. Benim soru ve şaşkınlık dolu bakışlarımı gören Fevzi’nin yüzü birden şekil değiştirip doğal bir durum aldı; şimdi daha doğal bir şekilde gülümsüyordu. “Yüzbaşı, çavuşa döndü: “- Peki oğlum! dedi. Teslim alın ve nezarete atın. Dikkatli olun. Biz onu yarın sabah Bulgaristan’a postalarız, o da sevgili Rusya’sına kavuşur hah hah hah!.. “Nöbetçi çavuş, adamı kolundan çekti, önüne katıp, sırtından itekleyerek odadan çıkardı. Adamın yüzündeki korku ifadesi daha da derinleşmişti; ayaklarını sürüyerek yürüyüşü, tüm gücünü yitirdiğini gösteriyordu ve öylesine çökmüştü ki boyu sanki biraz küçülmüş gibiydi. Adamın, gelişinden gidişine dek ağzından bir tek sözcüğün çıkmaması da beni çok şaşırtmıştı. “Adam, dışarı çıkınca üsteğmen Fevzi, bana döndü ve sağ yumruğunu sol avucundan çıkarıp sallayarak: “Nah! Rusya’ya gideceksin! Namussuz komünist piçi! dedi. “Benim bu hareketten pek bir şey anlamadığımı görünce açıklamak gereğini duydu: “- Biz, dedi. Bu namussuz gibi üç kişiyi postaladık sınır dışına; ama canlı olarak değil tabii. MAH’ın yazısındaki “kimseye gösterilmeden sınır dışı edilsin” sözlerinin anlamı, “adamı yok edin” demek oluyor. Anladın mı şimdi ha! “Hiç beklemediğim bu açıklama karşısında benim şaşkınlığım bir kat daha arttı ve adeta ağzım açık kaldı; çünkü Üstğm.Fevzi açıkça bir cinayetten söz ediyordu. Herhalde şaka yapıyordu, ama yine de Üstğm. Fevzi’nin biraz önceki sadistçe gülümsemesi bende kuşku yaratıyordu. Bu hain adama çok kızmama karşın, hiçbir yargı kararı olmadan, yetkili ve görevli olmayan kişiler tarafından, bir gizli yazıdaki belirsiz bir ifadeye dayanarak -kimseye gösterilmeden- bir insanın öldürülebileceğine olanak göremiyordum. Evet! Kuşkusuz bu soğuk bir şakaydı; beni saf bulmuşlar işletiyorlardı. Bu düşünce ile ben de belli belirsiz bir gülümseme ile onlara katıldım. “Gece bir hayli ilerlemişti. Yüzbaşı Aziz esneyerek ayağa kalktı ve odasına yönelirken, geriye bakıp: “- Haydi çocuklar, dedi. Çok geç oldu, ben yatmaya gidiyorum, size iyi geceler. “Sonra ciddi bir eda ile ekledi: “Hem yarın sabah çok işimiz var, dedi. Haa! Fevzi kaçta çıkarız yola? “- Üçte hareket edersek gün ağarmadan sınırda oluruz. Sonra da “kimseye göstermeden” sınır dışı ederiz, değil mi yüzbaşım? Hah hah hah! “Yüzbaşı Aziz, başını salladı, planı onaylıyordu ve Fevzi’nin sözlerini yineledi: “Kimseye göstermeden”, değil mi? Hah hah hah! Üsteğmen Fevzi de kalktı ve yatmaya giderken; “- Haydi iyi geceler Nevzat. Yarın olanları sana anlatırım, dedi. “- İyi geceler Üsteğmenim. “Ertesi gün erkenden eğitime çıktığım için Üstğm. Fevzi’yi görmeme ya da onun beni aramasına fırsat olmamıştı. Öğleyin eğitimden dönüp öğle yemeği için gazinoya gittiğimde, orada Üstğm. Fevzi ile karşılaştım. İştahla yemeğini yiyordu. Benim, kendi masasına oturmamı işaret etti; ben de oturdum ve yemeğimi istedim. Fevzi’nin yüzündeki geceki ısırırcasına gülüşün yerini, şimdi görevini, ya da sevdiği bir işi başarıyla yapmış bir insanın mutluluğunu yansıtan bir gülümseme almıştı. Benim, olayı merak ettiğimi düşünerek: “- Domuzu sınır dışına postaladık, dedi. “- Eh, adam da isteğine kavuşmuştur artık. “Fevzi, benim bu saflığıma kahkahalarla güldü: “- Yahu, sen de amma safsın be Nevzat! Dün gece anlattıklarım hiç mi anlamadın yani? “- … “- Her neyse. Dün gece Yzb. Aziz ve önceki sınır dışı olaylarında bize yardım eden bir arkadaşla, Üstğm. Rıza (T) ile adamı sınıra götürdük. Tam sınıra gelince, elleri arkadan bağlı olan adama, önümüzden yürümesini söyledik. Adam öldürüleceğini anlamıştı galiba; çok zor yürüyor, ayaklarını sürüyordu. Sınırdan Bulgar topraklarına üç dört adım atar atmaz, hazırlayıp yanımızda getirdiğimiz ilmikli ipi hızla arkadan adamın boynuna geçirdik ve iki taraftan Üsteğmen Rıza ile var gücümüzle ipe asıldık. Ben, o arada dizimi adamın beline dayayıp güç alıyordum ve “küt!” diye bir ses duyuldu; boynu kırılmıştı. Tabii “kimse görmeden sınır dışı edilmesi” için ateşli silah kullanamazdık. En sessiz ve temiz yöntem boğmaktı; biz de öyle yaptık. Sonra sınırın üç dört adım ötesine bir çukur açtık, adamı içine atıp toprakla örttük. Sabahleyin de tutanağı yazıp tabur komutanına verdik: “… hiç kimseye gösterilmeden sınır dışı edilmiştir.” Altında da üçümüzün imzası bulunuyordu. “Üstğm. Fevzi’nin yüzüne baka kalmıştım. Hiçbir şey diyemedim. Ayrıca ne diyebilir ne yapabilirdim, bilemiyordum. “Oh iyi olmuş hain komüniste!..” mi demeliydim ya da “Bu yaptığınız cinayettir!” mi demeliydim? Yoksa bu cinayeti üst komutanlara ihbar mı etmeliydim. İhbar etsem bunu nasıl kanıtlardım. Olayı sadece bana anlatmışlardı, bu nedenle başka bir tanık gösteremezdim. Ayrıca öldürme olayı Türk topraklarında değil, Bulgar topraklarında işlendiği için cinayeti nasıl kanıtlardım? Bu çaresizlik içinde susmaktan başka bir olanak yoktu ve ben de sustum; bugüne dek ilk kez burada açıklıyorum bu olayı.”

  Nevzat Bölügiray, Geçmişten Geleceğe, Tekin Yayınları, İstanbul, 2009, s. 17-22)

     Sabahattin olayı ile ilgili olarak Aziz Nesin anlatıyor: 1948 Mayıs Ayı’nın bir günü, evime gelen polis savcılıktan istendiğimi söyledi. Gittim. Savcı, bir paket içinde ince altın çerçeveli bir gözlük çıkardı. Gözlüğün çerçevesi ve camları kırıktı.

-          Bu gözlüğün kime ait olduğunu biliyor musunuz?

Hemen tanımıştım… Sabahattin Ali’nin gözlüğü… İşin iç yüzünü anlayamadığımı için, belki yanılabilirim diye.

-          Bilmiyorum.

Önce kana bulanmış Puşkin’in Almanca bir kitabını, sonra yeşil mürekkeple yazılmış bir defter gösterdi. El yazısını görünce:

-          Bu yazı Sabahattin Ali’nin, dedim. Hep yeşil mürekkep kullanırdı el yazısını tanırım.

Savcı, daha sonra açık kahverengi, damalı kumaştan, ceket ve golf pantolonunu gösterdi. Elbisesi kan içindeydi.

-          Sabahattin elbisesi dedim.

Savcı ağladığımı görünce:

-          Bulgaristan sınırında köyüler bir ceset bulmuşlar. Üstünden bunlar çıkmış. Sabahattin Ali’nin olduğu tahmin edildi. Yakın arkadaşlarına gösterip soruyoruz.

-          Bir cinayet mi? Diye sordum.

-          Henüz hiç bir şey bilmiyoruz. Başına odunla vurulup öldürüldüğü söyleniyor. Soruşturmanın selameti açısından bu olaydan kimseye söz etmemenizi rica ederim.

  Aziz Nesin duyduğu bu olaydan kimseye söz açmadı. Kısa bir zamanda Türkiye hatta tüm dünya duydu bile…

2 Nisan 1948  72 yıl önce kara bir gün…

 Öldürüldükten sonra bir senaryo işleme konuldu.

Kendisini Bulgaristan’a kaçıracak rehberi, Ali Ertekin itiraf ediyor onu öldürdüğünü…

  Sabahattin Ali 31 Mart sabahı güya nakliyat işi yapan Ali Ertekin’le Bulgaristan’a kaçmak için birlikte yola çıktılar. Kırklareli’nde bir orman yoluna vurdular kendilerini... Sonra Sabahattin Ali’den bir daha haber alınamadı. Cesedini köylüler kafatası taşla ezilmiş bir şekilde buldular. Sabahattin Ali’yi öldürdüğünü itiraf eden Ali Ertekin cinayeti milli duygularla işlediğini itiraf etti. Sabahattin Ali’nin dostları uzun bir süre bu senaryoya inandılar. Ali Ertekin her nasılsa çok kısa bir süre hapis yattıktan sonra salıverildi. Derin devlet görevini eksiksiz tamamlamıştı.

 Biraz daha yaşasaydı kim bilir nasıl eserler verecekti.

 Senaryo olduğu o kadar belliydi ki; Sabahattin Ali’nin cesedi ailesine teslim edilmedi.

  Türk Edebiyatının büyük şairi ve yazarı Sabahattin Ali 2 Nisan 1948 katledildi.

    “Bir gün kadrim bilinirse 

     İsmim ağza alınırsa

     Yerim soran bulunursa

     Benim meskenim dağlardır dağlar…”

 

 

 

 

 

YORUMLAR Üye Girişi

Bu Yazıya Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Kocaeli Haberci Tavsiye Formu

Bu Yazıyı Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız

Yazarın Diğer Yazıları

2023 seçimlerini belirleyen yazgı13 Nisan 2023 Saat: 22:20
2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri 14 Mayıs 2023 Pazar günü ülke genelinde ve dış temsilciliklerinde yapılacak.
Kuruluşunun 174. Yıldönümünde Öğretmen Okulları (16 Mart)16 Mart 2023 Saat: 19:05
Türkiye’de öğretmen yetiştirme alanında önemli ve kalıcı bir yeri olan öğretmen okullarının kuruluşunun 175. yılını kutluyoruz.
Sanat Neden Gereklidir.8 Mart 2023 Saat: 09:54
Sanat: Bir duygu, tasarı, güzellik vb. anlatımda kullanılan yöntemlerin tamamı veya
bu anlatım sonucu ortaya çıkan üstün yaratıcılık.
Ulusça Öldük Enkaz Altında19 Şubat 2023 Saat: 21:37
Yıllardır yer bilimciler, jeoloji uzmanları deprem ülkesi olan yurdumuzda büyük depremlerle karşılaşacağımızı avazları çıktığı kadar bağırdılar.
Çeker, ek zam talebi karşılanmalı8 Ocak 2023 Saat: 11:16
Türk Sağlık-Sen Kocaeli Şubesi Başkanı Ömer Çeker, 2023 yılının ilk yarı yılı için Kamu Çalışanlarına yapılan maaş zam oranının düşük olması nedeniyle % 5 artışla % 30 seviyesine çıkarılan zam oranı yeterli değildir. Kamu çalışanlarının ek zam taleb
Tüm Yazıları
DepolamaTaşıma iletme sistemiMerdiven Tırmanma CihazıEngelli merdiven tırmanıcıUluslararası evden eve nakliyatAdaklıklazer epilasyonAnkara evden eve nakliyat