aşam dünyamızda hüzünler, sevinçler, acılar, trajedilerin eksik olmadığı gün yok. Yaşamın bir parçası olmuş bu duygular.
Öyle acılar var ki içimizi burkan, sevinçler var ki içimizi güle dolduran. Hüzünler var ki gözyaşımızı su diye yudumlayan, öyle trajediler var ki yıllar yılı unutulmayıp her yanımıza sinip bizi eleme boğan. Filistin’de Irak’ta, Suriye’de yıllardan beri kitleler halinde ölümler sürüp giderken dünya alem bu durumu seyrediyor. Sanki ölenler insan değil birer taş. Yaşanan insanlığın yüz karası. Bir ülkenin ekini(kültürü), sanatı, ekonomisi yok olurken diğer yandan insanlarının yaşamı, geleceğe yönelik umutları bir toz bulutu gibi uzayın derinliklerine akıp giderken. Bu duruma insanlık nasıl seyirci kalır, yaşananlar bir başka gün bizlerin başına gelmeyeceğinin garantisi var mı? Bu oyunu Ortadoğu halklarına oynaya küreselleşme tacirleri bir ülkeyi nasıl böleceğinin açık resmini çekiyor adeta. Benim karşımda kimse duramaz tiyatrosunu oynuyor. “Savaş ülkenin bağımsızlığı tehlikeye düşmedikçe, ülke işgal edilmedikçe bir cinayettir” diyor Mustafa Kemal.
Uzun zamandan beri hep düş kurarım, başka türlü bir yer ararım aklımın uysallığında. Filistin’de ölen, annesiz ve babasız kalan çocuklar hep düşistanımın vazgeçilmez konukları oldular. Onlar dünyadaki çocuklarla aynı bahçenin gülleri, aynı denizin mehtapları oldular hep. Çocukların ana rahimlerinden çıkarken ağlamaklı değil güleç oldukları, süt emerken ara verdiklerinde şarkı söyledikleri. Bütün evlerin ön bahçelerinin, balkonlarının, teraslarının çiçeklerle gazellendikleri mislendikleri. Kırlangıç kuşlarının istedikleri yerlere yuva yapmalarına izin verildiği…Kedilerle köpeklerin bile kavgalı olmadıkları… Yalnızlıkların, bırakılmaların, olmadığı bir yer.
Hüzün çiçeklerinin açmasına bağış vermeyen bir coğrafya. Kalleşliklerin, hainliklerin olmadığı, gün boyu hep sevecen güneş, masmavi bir deniz. Geceleri yuvarlak bir ay, onun alında sevdalılar, sevdalanmalar. Gözlerinin içlerinde sevginin en doruğu delikanlılar. Boyunlarında hanım ellerinden yapılmış mis kokulu gerdanlıklar takınmış yaman güzel genç kızlar.
Ekmeğin, ekmek gibi koktuğu, çoluk çocuk aile boyu iki kap yemek için kuyruklara girmedikleri. Sokaklarda şarkılar ve şiirler söyledikleri, dertlerden gamlardan kasvetlerden ırak yaşadıkları, yalanı dolanı olmayan bir yer “öyle bir yer olmalı”
Yokluğa yoksulluğa rastlanmayan bir yer. Artık papatyalarla gelinciklerin sarmaş dolaş oldukları kırlarda pek yok. Ölüm bile kendi bildiğince değil, başkalarının elleriyle geliyor. İnsan, insanın Azrail’i oldu. Günümüzde yaşam türlü, çeşitli mayın tarlalarıyla dolu. Boğaz boğaza bir insan oğlu…Ama muhakkak bir yer olmalı. Düşistanda bile olsa, öyle bir yer. Korkusuz, çekincesiz asude bir bahar ülkesi ve orada açan sarmaşık gülleri arasında dostça, kardeşçe huzur içinde bir yer olmalı. Gitmesek de öyle bir yer olmalı…Çocukların savaşlarda yetim kalmadıkları, aç, susuz ve uykusuz olmadıkları, şekerde yiyebildikleri bir yer. Mutlaka öyle bir yer olmalı!
Oraya gidilmeli…Doğruyu, olup olacak şeyi Yunanlı ozan Kavafis söylüyor. İşin gerçeği onun dizelerinde
DEDİN
“Başka ülkeye, bir başka denize gideceğim
Bundan daha iyi bir kent bulunur elbet
Yazgıdır yakama yapışır nereye kalkışsam
Ve yüreğim gömülü bir ceset sanki
Aklım daha nice kalacak bu çocuk ülkede
Nereye çevirsem gözlerimi
Nereye baksam
Hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma
Yıllarıma kıydığım, boşa harcadığım
Yeni ülkeler bulamayacaksın
Başka denizler bulamayacaksın
Bu kent peşini bırakmayacak
Aynı sokaklarda dolaşacaksın
Aynı mahallede yaşayacaksın
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına
Bu kenttir gidip gideceğin yer.
Bir başkasını umma”