Yaşamımda müzik daima yer almıştır. Her ne kadar Türk sanat müziğine kendimi yakın bulsam da, türkülerimiz ve klasik müzik ile caz müziğinin de dinleyicisiyim.
Enstrümanlardan ise, bir yanda ud, diğer yanda akordeon zevkle dinlediğim iki müzik aletidir.
Orta Avrupa kaynaklı akordeonun sesi beni hep alıp bir yerlere götürmüştür. Bazen Çiçek Pasajında Madam Anahit’e, bazen Ciguli’ye, bazen Şecaattin Tanyerli’ye, bazen Kafkaslara, bazen Yugoslavya’ya, bazen karlı Alpler'in yamacındaki şirin kasabalara, bazen Güney Amerika’nın sarp yamaçlarına.
Özellikle de Hereke’ye, 60’lı yılların sonlarına.
Akordeon benim için Sümerbank’ta çalışan memurların oluşturdukları orkestrada, yılbaşı balolarında, düğünlerde, komşumuz rahmetli Kenan Baran’ın (Madara Kenan) boynunda, sihirli parmaklarının uçlarında, sedef gövdesi, asil bordo rengi, üzerindeki gizemli düğmeleri ve siyahlı beyazlı klavyesi, muhteşem körüğü ile diğer enstrümanlardan çok farklı bir müzik aleti idi.
Akordeonun sesi hep sıcacık, sarıp sarmalayan, yüzümde bir tebessüm bırakan, aşina bir ezgidir benim için. Sanırım böyle hissetmemde o günlerin bende bıraktığı izlerin etkisi de var.
Televizyonda, bana bir şey katmadığı, aksine bir şeyler götürdüğü için genellikle haber, tartışma, dizi, vb. programları izlemiyorum. Onun yerine belgeseller ve farklı spor dallarından (futbol hariç) canlı görüntüleri tercih ediyorum. En çok da bisiklet yarışları ve tenis karşılaşmaları.
Birkaç gün önce, akşam saat sekize doğru yine televizyonda canlı yayında, Aegon Nottingham Açık Tenis Turnuvası’nda Çek Pliskova ile Amerikan Riske’nin final maçını izliyordum. Gerçi hiç tenis oynamadım ama izlemekten keyif alıyorum. Sakin, dingin, yalın..
Kulağıma uzaklardan tanıdık bir ses yavaş yavaş artarak gelmeye başladı. Yerimden doğruldum. Apartmanda gitar, piyano, bazen keman sesi duyduğum olmuştu ama bu ciddi ciddi akordeon sesi idi. Bu arada ses iyice yaklaştığında sokaktan geldiğini fark ettim. Bir hamlede cama ulaştım. Aşağıda akordeon çalan genç bir kadının, iri yarı kocası ve bir bebek arabası ile sokağın içinde ilerlediklerini gördüm.
Aynı anda karşı ki apartmandan da bir kadın çocukları ile birlikte cama koştu. Bir süre, park etmiş arabaların arasında kocası ve bebeği ile akordeon çalarak geçimini sağlamaya çalışan kadın, biz, karşı komşu ve tüm sokağı sarmalayan müzik yalnız kaldık adeta. Aslında yalnız kalan biz mi idik yoksa o anda bunu duymayan veya ilgilenmeyenler mi bilemedim..
İlk şoku atlatınca biraz daha devam etmeleri için hemen camdan aşağı rulo yapıp para attım. Baktım karşı komşu da aynı şeyi yaptı. Ne güzel. Yalnız olmadığını görmek insanı mutlu ediyor. Böylece onları biraz daha sokakta tuttuk. Arka arkaya çaldıkları nağmeler yine beni aldı, sarıp sarmaladı. İçimi bir mutluluk kapladı. Sanki sokak, o beton sokak değildi.
Başımı kaldırdım, apartmanların arasından görebildiğim gökyüzüne baktım. Bilmem kaçıncı kez gün yine gece ile buluşmakta. Ne kadar iddiasız, yalın, telaşsız. Bundan sonra da bilmem ne kadar daha buluşacak oldukları gibi..
Bir de kentlerimizde sokaklardan keşke hep bu sesler gelse diye düşündüm. Öneririm, siz de akordeon müziği dinleyin, belki sizde de derinlerde ortaya çıkmayı bekleyen bir duygu vardır, kim bilir..
Ses duyulmaz olduğunda dışarıdan gelen koku yüzünden camı kapatmak zorunda kaldım salona döndüm.
Ben akordeonun peşinden koştururken tenis final karşılaşması tamamlanmış. Sonunu kaçırmışım. Çek, Pliskova kazanmış..
Sevgiyle kalın