
10 Kasım bunlardan biridir.
Bir milletin kendine ayna tuttuğu, bir önderin ardından başını öne eğip vicdanına sorduğu gündür.
Saat 09.05…
Sirene karışan sessizlik, aslında milyonların içinde yankılanan bir iç muhasebedir:
“Atatürk yaşasaydı, bugün ne halde olurduk?”
Ama asıl soru şudur:
“Biz Atatürk yaşasaydı görmek isteyeceği bir millet olabildik mi?”
Cumhuriyet’i emanet ettiği gençlik bugün hâlâ borcunu ödeyememenin mahcubiyetini taşıyor.
Kimi hâlâ nutuk atıyor ama Nutuk okumuyor,
kimi hâlâ bayrak sallıyor ama Atatürk’ün devrimlerini yaşamıyor.
Kimi menfaat uğruna Cumhuriyet’in direklerini kemirirken,
kimi de sessizce Cumhuriyet’in enkazının altında kalıyor.
Bugün 10 Kasım…
Kimileri için sadece bir tarih, kimileri için bir yas günü…
Oysa bu gün;
Bir milletin yeniden doğuşunun, aklın, bilimin ve özgürlüğün kutlu hatırasıdır.
Atatürk’ü anlamak, sadece bir dakikalık saygı duruşunda bulunmak değildir.
O dakikanın ardından geçen 364 günde ne yaptığımızdır esas mesele.
Atatürk, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır” derken;
ne bir ağıt, ne de bir tapınma istemişti.
O, fikirlerinin, aklın ve bilimin yaşamasını istemişti.
Bugün eğer hâlâ bir ışık arıyorsak, o ışık Anıtkabir’de değil;
her birimizin içinde yanmak zorunda olan vicdan meşalesindedir.
Bu milletin evlatları olarak bizlere düşen görev;
Atatürk’ü sadece anmak değil, anlamaktır.
Onu anlamak demek,
her sabah gözlerimizi açtığımızda “ben bu ülkeye ne kattım?” sorusunu sormaktır.
Çünkü Atatürk, devrimleriyle bir nesli değil, bir zihniyeti inşa etti.
Ve o zihniyet, korkusuz, onurlu ve özgür Türk insanının ta kendisidir.
Bugün, bir kere daha 09.05’te hayat duracak…
Ama durmaması gereken bir şey var:
Bu milletin Cumhuriyet bilinci.
Atatürk’ün sesi hâlâ kulaklarımızda:
“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.”
İşte o vazife, hâlâ omuzlarımızda.
Ve biz, o vazifeyi unuttuğumuz her an, 10 Kasım’ı sadece takvimde bir tarih haline getiririz.
Bugün değil, her gün;
Atatürk gibi düşünmek, çalışmak ve üretmek zorundayız.
Çünkü 10 Kasım, bir son değil;
bir milletin sonsuz var oluş sözüdür.